Altaki yazı Akamedisyenler Birliği Derneğinin çıkardığı , Akademik Bakış Dergisinin Haziran 2013 sayısından alınmıştır.
Derginin tamamını okumak için http://www.akademisyenler.org.tr/dergi/ link’I tıklayınız.
TÜRKLÜK VE KİMLİK TARTIŞMALARINA BİR DERKENAR
Yazan: Yrd.Doç.Dr. İsmail Şahin
Kimlik tartışmaları her platformda devam ediyor. Kimileri bu coğrafyada yaşayan insanların Türk olarak isimlendirilmesinden rahatsız. Kimileri Türklerin “ötekileştirildiği” iddiası ile yürütülen tartışmalara öfkeli. Kimileri ise tam bir kafa karışıklığı içerisinde.
Bu güne kadar tartışmada hedef “Kürtlerin felahı” olsa da tartışma hep Türklerin üzerinden yürütüldü. Manzara, Türklerin şimdiye kadar avantaj sahibi olduğu; devletin de Türkler adına bu avantajı sağlamak, korumak ve sürdürmek için Kürtleri ve benzeri “etnik” grupları ezip, sindirdiği şeklinde. Burada “hayır efendim, Kürtlerden de Cumhurbaşkanı var” muhahbetine girmeyeceğim. Türklük adına konuşanların kullandığı bu tarz “siyasi eşliğe” dayalı ar gümanların doğruluğunu Kürtler de biliyor. Herkesin apaçık bildiği bir şey daha var ki o da bütün bu tartışmaların, Kürt kimliğinin ayrı bir “siyasi” varlık olarak kabul ettirilmesine matut olduğudur.
Tartışmaların merkezinde yer alan üç gruptan söz etmek mümkün.
Birinci taraf zaten Türklüğün tamamen ortadan kaldırılıp kimliksiz bir devlet yapısı oluşturulmasını savunuyor. Bunların tek niyeti Türk isminin geçtiği her şeyi anayasadan, tabelalardan, her yerden kaldırmak; ırkçılıkla falan problemleri yok. Bu tarz milletler üstü olduğunu iddia eden “beynelminelci” zümreyi derinlemesine incelediğiniz zaman, Erol Güngör merhumun da belirttiği gibi aslında güçlü “etnik” hissiyatları olduğunu görürsünüz.
İkinci sınıf ise “öfkeli” Türkler, Onlar, bazıları kabul etmese de, bu topraklarda daha önce kurulan iki devlette olduğu gibi Cumhuriyetin de kurucu ve hkim iradesi. Hkim olmanın verdiği sorumlulukla hareket etmek istiyorlar, sukünetini muhafaza etme derdindeler ama içten içe de bir öfke sarmalına girmiş durumdalar. Bu ötkenin muhatabı Kürtlerden ziyade onun adına konuştuğunu iddia eden lerle süreç mimarı siyasi ve sivil “kanaat” önderleridir.
Üçüncü sınıf ise ar’afta kalanlar. Bir arkadaşımın henüz yayınlanan bir çalışmasında “tedirgin” olarak nitelendirdiği zümre. Terörizme verilen tavizlerden rahatsız olduğu gibi çocuklarının da bir gün terör kurbanı olmasından korkan bir sınıf bu. Bebek katili ile yürütülen görüşmelere, gidip gelen mektuplara, verilen taviz- lere “müsamaha” gösteriyorlar, “acaba kanı durdurur mu?” ümidi içerisindeler. Birilerinin masum duygularını “iğfal” ettiği bu zümre kandırıldığını anladığı zaman ne olacak, göreceğiz. Aslında herkes tedirginliği ve öfkeyi içinde taşıyor. Türk toplumunun büyük kesimi ülkenin sokulduğu yolun sonunda çıkması muhtemel uçurumdan tedirgin. Meseleye ideolojik bakanlar Devletin ve Milletin geleceği açısından; sokaktaki vatandaş ise çocuklarının geleceği açısından. Nasıl bir ülkede yaşayacak? Kan ve gözyaşı ile ıslanan bir ülkede mi, yoksa asırlardır olduğu gibi “huzur” ikliminde mi?
Olçü belli. Kimliğimiz üzerimize yapışan deri misali; yırtıp atmamız mümkün değil. Yaratılıştan tevarüs eden özelliklerimiz için kavga etmemiz, bundan bir üstünlük payı çıkartmamız akıl işi değil. Bu ülkenin “ırkçı” olarak nitelendirilmeye çalışılan partisinin Genel Başkanı son konuşmalarının birinde “üstünlük takvadadır” ayetini hatırlatarak bu ülkenin Milliyetçilerinin hiçbir zaman ırkçılığın çıkmaz sokağına sapmayacağını bir kez daha dile getirdi.
Peki bu ülkede ırkçı yok mu ve asıl ırkçı kim?
Tabii ki var. Her yerde olduğu kadar ve birilerinin pompaladığı gibi kahir ekseriyeti değil “istisna”yı temsil ediyorlar. Bin yıllık tecrübeye ve özellikle Osmanlı bakiyyesi topraklara bakıldığı zaman bu milletin mayasında ırkçılığın olmadığını görmek mümkün.
Malum sürecin “akilleri” arasındaki ırkçılıktan sabıkalı isim sayısı Türkiye’deki ırkçı ortalamasının üzerindedir. Yazılı ve görsel medyanın desteği, siyasi iradenin arka lamasıyla her gün ekranlara çıkıp Türk Milliyetçilerini “ırkçılıkla” suçlayan bu zümrenin ellerindeki imkanları çok iyi kullandıklarını ve başarılı olduklarını kabul etmek gerekiyor.. Bu tiplerin söylediklerine ve yazdıklarına bakıldığı zaman, eskilerin tabiri ile “rikkat-i insaniye” yani insan olma birliğini içselleştirememiş tipler olduğu görülebilir
Bu tartışmalarda bir de Türk’ün “etnik” bır kimlik değil bir şemsiye” tanımlama olması gerektiğini savunanlar var. Onlar, Türk’ün salt etnik bir kimlik olmadığını, aynı zamanda tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan büyük medeniyetlerden biri olduğunu vurguluyorlar. Bu fikre göre Türklük bir ”unsur” değil”yekün”dur. Türk Milliyetçilerinin yıllardır dillendirdiğine benzeyen bir söylem bu. Bu topraklarda yaşayan “ansır”ın her birini kucaklayan zihni bir yapı zaten mevcut. Yüzyıllardır Türkmeni, Yörüğü, Kürdü, Çerkezi vs. tüm unsurların kendisini gerek “kan” bağı ile gerekse de “aidiyet” hissi ile yekunun bir parçası olarak görebildiği bir yapıdır bu.
Bence tartışma bu fikri yapı üzerinden yürütülmelidir.
Yazan: Yrd.Doç.Dr. İsmail Şahin
Dip Not: Ben ve benim gibi düşünenler,
Türk’ün “etnik” bir kimlik değil bir “şemsiye” tanımlama olması gerektiğini savunanlardanız. Bizler, Türk’ün salt etnik bir kimlik olmadığını, aynı zamanda tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan büyük medeniyetlerden biri olduğunu vurguluyoruz.