MUHTELİF GİF LER


Galeri

İyi Düşünün


#bahar #çimenler #kirlar #uzandimsereserpe #guzelbirgun #ordaydim #sporting #sportivegirl #yesil #nature #olsaydim 💚💚💚

Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?

Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?

Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?

Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?

Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?

Çimlere uzandığınız oldu mu?

Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?

Hiç taş kaydırdınız mı?

Kaç kez kuşlara yem attınız?

Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?

Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?

Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerinde ki ışığı?

Kaç kez mektup aldınız bu yıl?

Eski bir dostunuzu aradınız mı bu hiç?

Kimseyle barıştınız mı bu yıl?

Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl?

İyi bir yılın, bunlar gibi birçok

“küçük şeye”

bağlı olduğunu düşündünüz mü bu yıl?

Yayılın çimenlerin üzerine..

Acele edin..

Er veya geç..

Çimenler yayılacak üzerinize..

 

Fransız şair ve senarist Jacques Prévert

sky-grass-wallpaper-scenery-green-206789

Dik duran bir adam bekledik.


Gürsel Ekmekçi

 

GÜRSEL APO EKMEKÇİ

( Yazar ve sanatçı )

 

HESAP

Dik duran bir adam bekledik.

Fazla değil, bir kişi olsa yeterdi bunlara. Bu cahil cesaretine… Bu 1923 devrimi düşmanlarına…

Çıkmadı bir tek kişi.

Ordumuz var dedik misal. Dünyanın en güçlüsü dedik. Namusumuza göz dikenin gözünü oyar, bembeyaz bulutlarımızın arasında habersizce bir kara kuş uçurmaz diye bildik.

Dimdik durabilen bir onbaşımız dahi yok imiş meğer. Kevgire döndürdüler Mustafa Kemal’in ordusunu. Kozmik oda denen şey neden var bilemem valla, ama madem var, oraya kimseyi sokmayacaktın arkadaş!!! Ne biçim askersin? Orada bittin işte…

Hayır canım, kimse bir tarafından uydurmasın ”Darbeci” yaftasını. Ne postal yalaması, ne darbe yandaşlığı yahu? Devrim istiyoruz biz Devrim, yeni baştan Devrim.

Son 10 yılda şerefsizce satılan tüm kurumlarımızı geri alan, bırakın kibarlığı, ne geri alması, zorla, söke söke el koyan…

AKP’nin tüm vatan haini kadrolaşmasını baştan aşağı silip atan…

Nato’ymuş, üs’müş, patriot’muş, ne var ne yok Anadolu’muzdan def eyleyen…

Eğitim sistemimizi yeni baştan adam eden…

Devletin en gizli odasından belge alıp bilinmez diyarlara götürmelerin hesabını soran…

Devletçi, halkçı bir Devrim!!!

**** ****
Dik duran bir ”herif” bekledik sonra.

Bu memleketin hiç mi Savcısı yoktu?

Hakimi, Ağır Ceza Reisi, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Emniyet Müdürü falan?

Çok değil, tek bir kişi olsa yeterdi bunlara. Bu biatçılara, bu Allah ile kandıranlara.

Çıkmadı bir ”okkalı” herif, ne yapalım.

Dimdik durabilen bir mübaşirimiz dahi yok imiş meğer. Kevgire döndürdüler Cumhuriyet Aydınlanmasını. Adalet sistemi neden var, Devrim Yasaları neden var bilemem valla, ama madem var, bu yurdu satanları yargılayacaksın arkadaş!!! Ne biçim hukuk adamısın? Deniz Feneri davasında, Ergenekon Tiyatrosunda bittin işte.

Hayır canım, kimse malum yerinden uydurmasın ”Statükocu” yaftasını. Ne durması yahu, koşmak istiyoruz biz koşmak, yeni baştan koşmak.

Gazi Koşusu’nda koşar gibi koşmak….

Garnizon Koşusu’nda koşar gibi koşmak…

Seymenler gibi koşmak…

Anadolu’yu demir ağlarla ören Mustafa Kemal treninin ardından koşmak…

Sorulmayan bütün hesapları sorarak, onurumuzla koşmak!!!

**** ****
Dik duran bir siyasetçi bekledik bir de.

Öyle abartılı değil, bir kişicik olsa yeterdi bunlara. Bu geri kafalılara, bu çağdaşlık düşmanlarına.

Çıkmadı tek bir kişi.

Atatürk’ün partisi var dedik misal. Altı Ok’umuz emin ellerde dedik. Laikliğimize, Milliyetçiliğimize toz konduranın kolunu-bacağını kırar diye bildik.

Dimdik durabilen bir çaycı bile yokmuş partide meğer. Kevgire döndürdüler Cumhuriyet Halk Partisi’ni. Anıtkabir neden var, milyonlar orada neden gözü yaşlı oluyor bilemem valla, ama madem var, o büyük insanı mezarında rahat uyutacaksın arkadaş!!! Ne biçim emanetçisin? Adamın densizi, ”Sap gibi dikilmek” diyebildi, orada bittin işte.

Hayır canım, kimse uydurmasın en ayıp yerinden, en uyduruk yaftaları. Ne etiketi, ne ünvanı, yeni baştan tam bağımsız olmak istiyoruz biz.

Geldikleri gibi giderler demek…

Bağımsızlık benim karakterimdir demek.

Ne mutlu Türküm diyene demek…

efendiler

efendiler

Devrim istiyoruz biz devrim, yeni baştan padişah devirmek. Sorulması gereken büyük bir hesap duruyor orta yerde.

O hesabı sormadan ölmek istemiyoruz.

Hiçbirimiz.

( ulus gazetesi ) 1 nisan 2013, p.tesi)

Facebook Profilini Hayran Sayfasına Dönüştürmek


 

 profilinizi hayran sayfasına dönüştürmek isteyebilirsiniz. Eğer profilinize kaldığınız yerden bir sayfa olarak devam etmek istiyorsanız buraya tıklayarak devam edebilirsiniz.

Eskiden bunun geri dönüşü yoktu. Ancak facebook yönetimi daha sonraları iptal başvurusu sayfası oluşturdu. Eğer profilinize geri kavuşmak isterseniz buraya tıklayarak sizde başvuru gönderebilirsiniz. Ancak linkte belirtildiği gibi başvurunuz kabul edilmeyebiliyor yani sayfa olarak kalabiliyorsunuz profili geri almak için aralıklarla denemeniz gerekebilir veya hiçbir zaman size geri dönüş yapmayabilirler.   🙂 🙂 🙂

Bugün 9 EYLÜL…


 

İZMİR DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLADI!

 


 

Sevdikleriniz ile mutlu bir Pazar günü geçirmenizi diler,
saygılar sunarım..
Ayhan GençerAyhan Gençer<

TC’de 25 eyalet’li yeni yönetim


TC’de 25 eyalet’li yeni yönetim

 

Öcalan “Türkiye 25 eyalete bölünmeli”

Terör örgütü PKK başkanı İmralı dukası ÖCALAN(1), 4 Mayıs.2005 de avukatları aracılığı ile ferman buyurmuştu;

“Türkiye’de 81 il var. Ben aslında Türkiye için 25 bölge; 7 eyaleti Kürt, 18 eyaleti Türk nüfusun yoğun olduğu, diğer kimlikleri reddetmeyen bir yapılanma düşündüm, bunların yerel yönetim parlamentoları olur. Bir nevi Almanya’daki eyalet sistemi gibi. 81 il anlamsız. Kültürel, sosyal, anlamlı bir karşılığı yok. Yerel bölgelere dayalı bir Temsilciler Kongresi olabilir. 25 bölge ekonomik, sosyal, kültürel anlamı olan bütünlükler olmalı. Bu bir nevi konfederasyon olur. Devlet var üstte. Arada halkla devlet arasında yerele dayalı temsilciler şeyi var. Bu temsilcilerin seçtiği bir üst temsilciler meclisi olmalıdır. Türkiye Demokratik Konfederalizmini böyle tarif ediyorum.” (4 Mayıs 2005)

Öcalan’ın bu talebinden yaklaşık 6 ay sonra Recep T. Hukumeti toplanarak Türkiye’yi 25 BÖLGE’YE BÖLEN 5449 sayılı ve 25.01.2006 tarihli KALKINMA AJANSLARININ KURULUŞU, KOORDINASYONU VE GÖREVLERI HAKKINDA KANUN’U çıkarıyor. (3)

TC Kalkınma Bakanlığının http://www.kalkinma.gov.tr/bolgesel.Portaladresli web sayfasında bulunan kuruluş kanunu ve haritaya ya göre TC 25 BÖLGE’ye bölünmektedir. Bu Bölgeler sırası ile

1. TRAKYAKA Trakya2. İSTKA İstanbul3. GMK Güney Marmara4. MARKA Doğu Marmara5. BEBKA Bursa-Eskişehir Bilecik6. BAKKA Batı Karadeniz7. KUZKA Kuzey Anadolu8. ORKA Orta Karadeniz9. DOKA Doku Karadeniz10. ANKA Ankara11. AHİKA Ahiler12. ORAN Orta Anadolu13. MEVKA Mevlana14. İZKA İzmir15. GEKA Güney Ege16. BAKA Batı Akdeniz17. ÇKA Çukurova18. DOĞAKA Doğu Akdeniz19. İKA İpekyolu20. FKA Fırat21. KARACADAĞ Karacadağ22. DİKA Dicle23. DAKA Doğu Anadolu24. KUDAKA Kuzey Anadolu25. SERKA Serhatdır.

Merkezi Denetim dışı 25 Eyalet/Bölge modeli filen başlamıştır.

25 Eyalet için Sözde Kalkınma Ajansı adı altında uygulama fiilen başmış yöentimsel ve uygulama örgütlenmesi hızla devam etmektedir.

Kalkınma Ajansları TOKİ gibi Sayıştay yani TC Devlet Deneti mininin tamamen dışında özerk yapıdadır.Ayrıca kuruluş Kanunu madde 19 b)bendine göre “Avrupa Birliği ve diğer uluslararası fonlardan sağlanacak kaynaklar” ve f) bedine göre ise “Ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarca yapılan bağış ve yardımlar” gelir kaynakları arasındadır.

Anadolu’da “Parayı veren düdüğü çalar” özdeyişini hatırlatan bu kaynak yapısı, Sayıştay denetimi dışında olması ile her türlü provokatif asimetrik faaliyete teşne bir yapıda bulunan bu ajansalar aslen Üniter TC yürütme yasama ve yargı erki içinde bambaşka bir güç haline gelerek AJAN görevini ifa edebilecektir.

Duygusal şair Ecevit kucağına Öcalan’ın AB ve ABD tarafından paketlenerek neden verildiği ve İmralı Dukalığı’nın niçin oluşturulduğu artık gün gibi aşikardır

“Çiller tak diye emreder, ben şak diye yaparım” diyen Doğan Güreş‘in 2012 sürümü ise “Öcolan tak diye emreder ben şak diye yaparım”ı uygulamaları ile göstermektedir.

Üniter yapısı dinamitlenen TC yi sizce kim yönetiyor?

Kaynak :(1) http://www.altinicizdiklerim.com/ozetler/OcalaninImraliGunleri.pdf(2) http://bianet.org/bianet/diger/131316-ocalan-15-temmuzun-hukmu-kalmamistir(3) http://www.alomaliye.com/ocak_06/5449_sayili_kanun_kalkinma_ajansla

( +18 ) Kadınları cinsel obje olarak değil de aşk yaşayabileceğin kişiler olarak görebilmektir marifet.


( +18 )

Ön yargıları olan insanlarız. Mesela içten konuşan, olduğu gibi davranan rahat bir kadın gördüğümüzde verdiğimiz ilk tepki motor lan bu kadın olabiliyor. Anında damgayı yapıştırıyoruz. Bu kadın kaşar, bu kadın orospu, bu kadın açık kapı diye. Kişiliksizlik göstergesimidir nedir bilmiyorum ama şerefsizlikten başka bir şey değil bu. Bir kadının küfürlü yada belden aşağı sohbet etmesi, yada içinden geldiği gibi konuşması, o kadının kaşar yada orospu olduğu anlamına gelmiyor işte. Kadınlar sex objesi gibi bakılması da ayrı bir dallamalık tabi. Birde sanal ortam özgürlüğü var işte. Dışarı da olsa kalkıpta bir kadının yanına gidemeyip hiçbir söz söyleyemeyen tipler, ne hikmetse sanal ortamda ağzına gelen her şeyi söyleyebiliyorlar. Bu tür insanlar, ya ezik insanlar, yada zamanında baskı altında kalmış insanlardır. Ama bana göre şerefsizin önde geleni tiplerdir. Sormazlar mı adama, be şerefsiz senin anana bacına kardeşine yapılsa aynı şey ne yaparsın diye. O zaman işte namus bekçisi kesilirler. Şerefsizlik diz boyu. Önce gözlerine birini kestirirler. Sonra konuşmaya Başarlar, iyi adam rolünü oynarlar. Zamanı geldiğinde de gerçek yüzlerini gösterirler. Eğer olumsuz bir cevap alırlarsa da anında damgayı yapıştırırlar. Bu tipleri arkadaşlarım aracılığı ile gördüğümde yada denk geldiğimde kendi erkekliğimden utanabiliyorum bazı durumlarda. Bir insan hiçbir zaman unutmamalı bazı şeyleri. Bir ailesinin olduğunu, bir yakınının olduğunu unutmamalı. Her şey 250 gr için olmamalı. Her şeyden önce kendisine saygısı olmalı bir insanın. Ne olacak o insanla yattığında, başın göğe mi erecek. Yada böbürlene, böbürlene ortada mı gezeceksin göğsünü kabartıp ben bu kızı siktim diye. Bu kadar mı basit, bu kadar mı kolay. Hani nerde şerefin haysiyetin onurun ? Bu kadar cinselliği öne vurup bir şeyler yapmak insana ne kazandırır ki ? Duyduğun 3-5 dakikalık haz yada zevk neyi değiştirir hayatında. Ne bedenini kirletmeye değer nede işlediğin günaha. Çevremizde böyle şerefsizler, böyle döl fazlası insanlar mevcut işte yapacak bir şey yok. Benim rahatsızlık duyduğum sadece, bazı tiplerin kadınlara açık kapı, işte kaşar bilmem ne diye bakması. Şunu düşünmüyorlar sanırım, bir gün gelip birisinin onun ailesinden birisine aynı gözle bakabileceğini. He hak edenler yok mu var tabi ama ne olursa olsun bunlar özel ve namahrem şeylerdir. Bir erkeğin ben şununla yattım şunu s….  bu kız şöyle böyle demesi kadar itici bir durum yok. Bu yüzden bir çok kişiyi hayatımdan çıkarmışımdır. Arkadaş diye nitelendirip hayatıma soktuğum insanın bu tür konuşmalar yapması beni gereğinden fazla rahatsız eder çünkü. Dediğim gibi şerefsizlikten başka hiçbir şey değil bu durum. İnsanın özel hayatını başkaları ile paylaşması, dillere dökmesi mide bulandırıcı bir o kadar da o insanın ne kadar iğrenç biri olduğunun göstergesidir. Ben şunu siktim bununla yattım şuna şöyle yaptım buna böyle yaptım bilmem ne daha bir sürü şey, bunlarla övünen insan yetersiz insandır. En azından benim gözümde. İnsanın en başta kendine saygısı, daha sonra da karşında ki insana saygısı olması gerekir.. Marifet değildir ilişkiye girdiği insanları anlatmak, asıl marifet adam gibi adam olabilmekte. Kadınları cinsel obje olarak değil de aşk yaşayabileceğin kişiler olarak görebilmektir marifet.

Tularemi hastalığı nedir?


Tularemi

Önemli bir zoonoz etkenidir. Etken mikroorganizma Francisella tularensis (  Pasteurella tularensis ) ’dir. Kemirgenlerde (tavşan, fare, sincap vb.) öldürücü nitelikte olan bu hastalığın etkeni Francisella tularensis’tir. Tavşan Ateşi veya avcı hastalığı olarak da bilinir.
Hastalık hayvanlardan doğrudan temasla geçe­bildiği gibi sinek ve kenelerle de taşınabilir. Kuluçka devresi, üç gündür. Hasta hayvanlara temas etmekle ve onların kirlettiği suyu tüketmekle bulaşan, ateş, halsizlik, karın ağrısı, boyunda şişlik belirtileri görülebilen Tularemi hastalığı ile ilgili bilgiler şöyledir:

 

Hatalığın Belirtileri : Belirtileri aniden süratle yükselen ateş, şid­detli baş ağrısı, kırıklık, bulantı, kusma ve ishaldir.

Hastalık Süreci : Hastalık yeri tesbit edilemeyen genel mikroplanmalara sebep olabileceği gibi, deride, gözde, akciğerler­de, ve sindirim yolunda da yerleşebilir. Dış tularemide bulaş­manın başladığı yerler eller, gözler ve ağızdır. Buralarda önce küçük bir kabarcık oluşur, sonra ur şeklinde büyüyerek par­çalanır. Bulaşma yeri nedeniyle bu bölgelerdeki lenf bezleri şişer ve ağrır. İç tularemi ise, akciğer tüberkülozu ya da bağır­sak nezlesine benzeyen bir seyir izler. Böylece, vücuttaki tüm lenf bezleri şişip ağrıyabilir. Ateş durumu çok değişkendir. Ço­ğu kez kızamığa benzer deri döküntüleri ateşi izler. Tedavi edil­meyen hastalık 2-4 hafta sürer. En sık görülen yan etkisi lenf bezlerinin iltihaplanmasıdır.
Tarihçe: Tularemi ilk defa 1911 yılında McCoy tarafından Kaliforniya’nın Tulare bölgesinde, sincaplarda görülen veba benzeri bir salgın hastalık olarak tanımlanmıştır. İnsanlarda hastalığı ilk tanımlayan ise Edward Francis’dir. Bu hastalıkla ilgili çalışmaları nedeniyle E. Francis’e 1959′da Nobel ödülü verilmiştir. Tularemi, her mevsim görülebilmekle birlikte, insanların kullandığı sulara, yağışlar nedeniyle dışarıdan su sızıntılarını yoğun olabileceği kış ve bahar aylarında daha çok görülebilmektedir

 

Tularemi Nasıl Bulaşır?

  • Hasta hayvanların kontamine ettiği (kirlettiği) suların içilmesi, kullanılması veya bu sularla temas edilmesi,
  • Hasta hayvanların kirlettiği meyve ve sebzelerin bol su ile iyice yıkanmadan yenmesi,
  • Hasta veya ölen hayvanlara temas edilmesi,
  • Av hayvanlarının eldivensiz yüzülmesi ve parçalanması,
  • Av hayvanlarına ait etlerin iyice pişirilmeden tüketilmesi,
  • Enfekte kene veya sokucu sineklerin ısırması,
  • Hastalık etkeni ile kontamine olmuş tozların solunması ile bulaşır.
  • Hastalık, insandan insana bulaşmaz.

Epidemiyoloji:

Bakteri; tavşan, sincap, sıçan, geyik, kunduz gibi hayvanlardan, kene, sinek, sivrisinek gibi kan emici artropodlar tarafından alınarak insanlara bulaştırılır. Bazı alt türler suda ve çamurda haftalarca canlılığını ve bulaştırıcılığını devam ettirebilir. Evcil hayvanlar da infekte olabilir. İnfekte hayvanın idrar, feçes, kan ve organlarının; deri, mukoza veya konjonktivaya direkt teması veya bu hayvanlar tarafından ısırılma yoluyla da bakteri bulaşabilir. Bir diğer bulaş şekli, kontamine aerosollerin hava yolu ile alınması ve infekte hayvanların iyi pişmemiş etlerinin yenmesidir.

 

İnsandan insana bulaşma gösterilmemiştir. Bulaş yolları nedeniyle; avcılar, tarımla uğraşanlar, ormanda çalışanlar, doğa tutkunları, veteriner hekimler ve laboratuvar çalışanları tularemi yönünden risk grubudur. Tularemi dünyanın değişik bölgelerinde; “geyik sineği ateşi”, “tavşan ateşi”, “kene ateşi”, “avcı hastalığı” gibi isimlerle tanımlanmaktadır. Hastalık genellikle yaz ve kış aylarında iki pik yapmaktadır. Hastalık her yaştan insanı etkilemekle birlikte olguların çoğunluğu 30 yaş üzeri erkeklerdir. Son derece bulaştırıcı olması nedeniyle aynı zamanda biyolojik silah olarak da kullanılabilme potansiyeli taşımaktadır.

Klinik Bulgular:

Tularemi, belirtisiz veya subklinik bir seyir gösterebileceği gibi hızla ilerleyen ve ölümle seyreden dramatik bir tablo da gösterebilir. İnkübasyon süresi ortalama 3-5 gündür. Çoğunlukla ateş, üşüme-titreme, halsizlik, baş ağrısı, iştahsızlık gibi semptomlarla akut olarak başlar. Eşlik eden boğaz ağrısı, kuru öksürük ve retrosternal ağrı grip benzeri bir tabloyu andırır. Bölgesel lenf bezlerinde hızla büyümeye neden olur. Kanla yayılım sonucu; sepsis, pnömoni ve menenjit gibi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Tedavi: Antibiyotiklerledir.

Tulareminin Belirtileri Nelerdir?

Hastalık belirtileri, bakterinin alınmasından 1-14 gün (ortalama 3-5 gün) sonra ortaya çıkabilmektedir. Hastalık, alınan bakterinin sayısı ve giriş yeri ile vücudun savunma sisteminin (Bağışıklık sistemi) gücüne göre değişik klinik şekillerde olmaktadır.

  • Tularemi, çoğunlukla ani ateş, üşüme, titreme, başağrısı ve iştahsızlık gibi belirtilerle başlar.
  • Buna, boğaz ağrısı ve kuru öksürük eşlik eder.
  • Ayrıca, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve kas ağrıları da olabilmektedir.
  • Bakterinin vücuda girdiği bölgelerde ise lenf bezlerinde şişmeler görülmektedir.
  • Ülkemizde tulareminin kliniği genel olarak boğaz ağrısı ve boyunda şişlikler ya da göz kesesi iltihabı ile birlikte yine boyunda şişlikler şeklindedir.

Tedavi – Korunma – Kontrol :

Tularemi Hastalığı Tedavi : Ölüm oranı ilaç tedavisi sebebiyle oldukça düşük­tür. Nekahet kimi zaman aylar sürer. Antibiyotikler aracı­lığıyla hastalığın tedavisinde büyük aşamalar sağlandı. Lenf bezleri iltihaplanmışsa cerrahi tedavi dahi gereke­bilir.

Hastalığın bulaşma yollarına ait bir hususun varlığı ile yukarıdaki belirtilerin görülmesi halinde en yakın sağlık kuruluşuna müracaat edilirse, hastalık antibiyotiklerle tedavi edilebilmektedir. Geç kalınması durumunda antibiyotiklerin etkisi sınırlı olup, cerrahi girişim gerekebilmektedir.

Hastalığı geçirenlerde bağışıklık oluşmaktadır.

Ancak, hastalığın bazı klinik şekillerinde ölümlerin de görülebileceği unutulmamalıdır.

Tularemi Korunma Yolları:

Hastalık ve ölüm halinde sağlık kuruluşlarına bilgi verilmesi gereklidir. Salgın durumlarında hastalık yapan hayvanların yok edilmeleri zorunludur.

Tularemiden Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?

  • İçme ve kullanma suyu kanalları ile depolarının, dışarıdan herhangi bir kirlenmeyi engelleyecek şekilde yapılması ve mevcutların ıslah edilmesi,
  • Suların klorlandıktan veya kaynatıldıktan sonra içilmesi ve kullanılması,
  • Doğada kaynağı belli olmayan ve kirlenmeye müsait yerlerdeki suların kesinlikle içilmemesi ve kullanılmaması,
  • Av hayvanlarını yüzerken ve etlerini parçalarken eldiven kullanılması,
  • Özellikle av hayvanlarına ait etler başta olmak üzere, etlerin iyice pişirildikten sonra tüketilmesi,
  • Meyve ve sebzelerin bol su ile iyice yıkandıktan sonra yenmesi,
  • Kan emici sineklerin ve kenelerin ısırmasını engelleyici (örneğin, kenelerin vücuda yapışmaması için pantolon parçalarının çorap içine konulması ve böcek kaçırıcı ilaçların kullanılması gibi) önlemlerin alınması,
  • Vücuda yapışan kene varsa, bunların kesinlikle patlatılmadan bir cımbızla baş kısmından tutulup sağa sola oynatarak çıkartılması,
  • Gıda maddelerinin, fare ve sıçan gibi kemirici hayvanların ulaşamayacağı şekilde muhafaza edilmesi,
  • Hayvan leşlerinin çevreyi kontamine etmeyecek şekilde gömülmesi veya yakılması gerekmektedir.

Doğada aktivitelerde bulunurken artropod ısırmasından korunmak için kapalı giyisiler giyilmelidir. Tulareminin endemik olduğu bölgelerde doğadan meyve, sebze, yemiş tüketirken bunların kontamine olabileceğini gözardı etmemek ve temiz suyla yıkamadan yememek gerekir. Aynı risk pınar, dere gibi açıktan akan su kaynakları için de geçerlidir. Tulareminin endemik olduğu bölgelerde avcıların, hayvanlara temas ederken eldiven kullanmaları gereklidir.

KAYNAK : http://blog.veterinerhekimiz.com/guncel-olaylar/tularemi-hastaligi-korunma-teshist-tedavi-kontrol

K A Z A N T Ö R E N İ


AZİZ NESİN
K A Z A N
T Ö R E N İ

Biri — Buyurun efendim, rica ederim, böyle buyurun! Bizim gazetecilere karşı son derecede şeyimiz vardır. Yaaa…

Başka biri — Tebrik ederim beyefendi.

İkincisi — Teşekkür ederim. Ama anlayamadım,,neyi tebrik ediyorsunuz?

Başka biri — Yeni kazanınızı…

— Haaa.. Evet, evet… Kazanı değil mi? Kazamız olmuyor Beyefendi… Kazan çok mühim…

— Büfeye buyursanıza… Bir aperatif… Vali bey de teşrif edecekler. Neredeyse, bir yerden çıkar gelirler.

Üçüncü — Zâtiâlinizle bir yerden tanışıyoruz, ama nereden?

Başka üçüncü — Simanız bana da hiç yabancı gelmiyor. Sizi bir yerden gözüm ısırıyor. Durun bakayım, siz Mezbahaya yeni yapılan kapının açılış törenine teşrif etmişmiydiniz?

— Maalesef… Efendim, törenleri aynı güne getiriyorlar, yetişemiyoruz. Bendeniz o gün, cam fabrikasına yeni bir baca ilâvesi dolayısiyle yapılan törene gitmiştim.

— Ah beyefendi, ben o törene maalesef gelemedim. Arkadaşlar söylediler, bir Çerkestavuğu varmış, anlata anlata bitiremediler. Efendim, insan her tarafa birden yetişemiyor.

— Durun, durun… Sizi şimdi çıkardım, siz Japonya’dan satın alman geminin…

— Tamam, geminin dâvetine gelmiştim. Ben de sizi hatırladım. Hattâ o gün hep kremalı turta yiyordunuz da, dikkatimi çekmiştiniz.

— Evet, evet… Pek severim kremalı turtayı.Efendim, daha evvel şeydeki ziyafette biraz fazlaca kaçırdığımdan, o canım etlere el süremedim.

Daha başka biri — Bu koydukları ne kazanıymış?

Daha daha başka biri — Vallahi bilmem…Kazan işte… Çamaşır kazanı değil herhalde…

— Üzerinize afiyet, midemden çok muztaribim. Hazımsızlık başladı…

— Bendeniz de öyleyim Beyefendi. Son zamanlarda herkes midesinden şikâyetçi. Sâri bir hastalık oldu. Ben yanımda karbonat taşıyorum, isterseniz bir avuç vereyim, yutun.

— Ah, teşekkür ederim. Bundan sonra öyle yapmalı. Ben de yanımda bulundurayım. Öö-Ööö…

— Yaradı beyefendi… Geğirmek iyidir.

— Öö – Ööööö – Üüüüü… Aman hindi kızartması pek nefis olmuş. Buyursanıza!…

— Teşekkür ederim, ben börekleri tercih ederim.

İçlerinden biri — Bu şişman zat kim?

İçlerinden öbürü — Hangisi? Viski içen mi?

— Hayır öbürü.

— Hani muzu ısırıyor, o mu?

— Öteki… Soğuk et yiyor hani?..

— Onun arkasında, elini mayonezli levreğe uzatmış…

—Haaa… Bilmem, hep görürüm ama…

Bir adam — Maksat tören mören değil… Bütün bu ziyafetler filân hep görüşmemize vesile…

Adamın biri — Tabiî, ona ne şüphe… Bu ziyafetlerde olmasa, görüşemiyeceğiz vallahi… Efendim, eskiden, bendeniz çocukken, peder merhum, bendenizi elimden tutar, her gün bir tekkeye götürürdü. Pazartesileri Üsküdar’da bir Rüfaî dergâhına giderdik. Salı günleri Kasımpaşa’daki Nakş-ibendî tekkesine, çarşambaları, Çürüklük’teki Kadiri tekkesine, Perşembeleri, Mevlânakapıdaki Mevlevîhaneye… Her Allanın günü bir tekkeye…

Evet, evet… Biz de öyle… Orada lokma ederdik.Gani gani yemekler… Bakır siniler dolar, dolar boşalırdı.

— Maksat yemek değil, muhabbet…

— Elbetteee… Ciğerden almıyorsunuz…

— Bendeniz dolmaya bayılırım da… Güzel de yapmışlar.

— Burası ne fabrikası beyefendi?

— Vallahi iyice bilemiyorum ama, galiba…makinelere filân bakılırsa, bir makine fabrikası olacak.

— Maşallah çok büyük bir fabrika…

— Efendim, ne de olsa medeniyet ilerliyor tabii…Tavsiye ederim, uskumru dolmaları pek güzel…

— Mersi. Buradan çıkınca şeydeki törene gideceğim de…

— O zamana kadar hazmolur beyefendi. Tören mi dediniz? Ben de geleyim bari…

— Aaaaa… Tabiî… Buyurun…

— Efendim, insan takip edemiyor, bâzı törenleri kaçırıyoruz ne de olsa …

— Maalesef… Geçenlerde gazeteler, Amerika bize atom tesisatı verecekmiş diye yazdı. Sakın burası yeni atom fabrikamız olmasın…

— Şurada kazan mazan diye lâf ediyorlar.

— Kazanmalı, kazanmalı beyefendi, çalışıp kazanmak lâzım.

Bir insan — Kurdelâ kesilmiyecek mi?

Başka bir insan — Vali Beyefendiyi bekliyorlar.

— Bu fabrikanın sahibi kim beyefendi?

— Amerikalıların olacak…

— Hiç zannetmem. Amerikalılar böyle ziyafet miyafet vermezler adama… Fabrika bizim olmasına bizim ya, acaba Tekel İdaresinin mi, Sular İdaresinin mi?

—Amma yaptınız. Fabrikada su yapılır mı? Ne fabrikası burası?

— Kazan fabrikası…

— Öyleyse Tekelindir. Herhalde rakı kazanları…Şu adamı her törende görürüm.

— Şu baştakiler kim?..

— Davetli mebuslar… Yarın şeydeki açılış törenine gelmiyor musunuz?

— Tabiî… Gitmesem ayıp olur. Bademler bayat, farkında mısınız?

Bir kişi — Memleketin kalkınması her şeyden evvel fabrikalara dayanır birader…

İkinci biri — Keşke her gün bir fabrika açılsa…İstakozlar pek güzelmiş…

—. Siz İstakozu, dünkü törende verilen ziyafette yiyecektiniz. Bu küçük kim? Mahdum mu? Allah bağışlasın.

— Cümleninkini…

— Al oğlum, bak elma mı istersin, portakal mı? Pasta mı? Al yavrum…

— Şişşşt!… Beyefendi geldi…

— Kim o?

—Bilmem… Fabrikanın sahibi galiba… Yoksa Bakan mı?

— Umum müdür olmasın… Şey… Bendeniz zatiâlinizi bu kadar zamandır tanırım, her törende, her şölende buluşuruz da, sorması ayıp olmasın ama, zâtıâlinizin ne iş yaptığım bilmem…

—Bendeniz mi?… Şey… Beyefendi açış nutkuna başlıyor galiba…

 

— Muhterem vatandaşlar!.. Bugün (çatal bıçak sesleri) açılış törenini yaptığımız Tezgâhtarağa Elektrik santralımızın dördüncü kazanının yerine konması münasebetiyle, hepinizi tebrik ederim. Bu kazanı, Amerikadan hiçbir yardım görmeden, kendi kendimize yerine koyduk. Macar millî takımının 3 — 1 yenen azmimiz, enerjimiz, heyecanımız burada da kendini göstermiş, kazanın tam ocağın üstüne konulmasında, üç Amerikalı mütehassıs, iki mühendis, dört ustabaşmdan başka hiçbir yabancı kuvvete lüzum gösterilmeksizin, kazan-ı mezkûr, mahall-i mahsusuna kendi kuvvetlerimiz tarafından vazedilmiştir. Ancak kazan yerine konulduktan sonra, içindeki suyun bir türlü kaynamadığının sebebi araştırılınca, ocağın altı metre kadar kazandan geride kaldığı görülmüştür. Kazan ağır olduğundan, altına. ayrı bir ocak yapılmasına teknisyenler lüzum görmüşlerdir. Bu kazan, Yakın Doğu, Orta Doğu ve Balkanların en büyük kazanıdır. Aynı zamanda kalaylıdır ve bakırdır. Kalaylı ve bakır olmakla beraber yalnız iki yerinden deliği olup, bu delikler, hiçbir Amerikan yardımına lüzum görülmeden kendi tarafımızdan üstüpü, eczalı pamuk ve kara sakızla tıkanmıştır. Deliklerden akan sular kazanın altındaki ocağı söndürmeyecek kadar cüz’i bir hale getirilmiştir. Eğer Terkos suları kesilmemiş olsaydı, şimdi gözünüzün önünde tecrübesini yapardık. Bu kazan, Kabakçı Mustafa isyanında Yeniçerilerin kaldırdığı kazan olup, oradan Sadrâzam Kırkayak Halil Paşanın konağına götürülmüş ve bu konakta uzun zaman aşure kazanı olarak, kullanılmıştır. Sonradan yandan çarklı araba vapurunun kazanı olarak uzun yıllar vazife görmüştür. Kazanın dokuz kulpu vardır. Biz ona yeni bir kulp uydurarak fabrikaya koyduk. Bu kazanın…

 

Birisi — Birader, bu kazan uzun sürer ben gidiyorum.

Başka biri — Ben de… Yarın şeydeki törende buluşalım,

— Olur, eyvallah…

— Güle güle…

— Bu kazan…


	

TUTUNAMAYANLAR


 

Mustafa Balbay

2 Ağustos 2011

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını bizim kuşak 1980’lerin ortasında keşfetti. 1970’te TRT Roman Ödülü kazanan Atay’ı 1980 sonrasında yeniden güncel kılan belki de 12 Eylül ortamının yarattığı büyük toplumsal yıkımdı.

O dönemde İzmir’de mesleğe usul usul damgasını vurmaya başlayan kuşağın önemli bir bölümü 12 Eylül öncesinin politize ortamından etkilenmiş, içinde yer almıştı. Meslek büyüklerimiz onları kendi bakış açıları ve ağabeylikleriyle, Türk toplumunun gerçekleriyle tanıştırıyordu.

Arkadaşlardan biri Tutunamayanlar’ı okuduğunu söyleyince bir ağabeyimiz şakayla karışık takılımıştı:

“Ula oğlum önce tutunanları okusana.”

Oğuz Atay’ı o yıllarda hep gençlik hayallerimizin gölgesinde okumuştum.

Temmuzda yeniden bir başka gözle okudum. Atay, 20. yüzyılın ortasındaki devlet yapımızı, aydınlarımızı, gençlerimizi, toplumsal değerlerimizi acımasızca ama sanki bütün bunların acısını içinde hissederek anlatıyor. Roman kahramanları Selim ve Turgut’un kişiliğinde ve etrafında bütün toplum ve insan perdelerini indiriyor. Mizahı da öyle bir kullanmış ki hani “öfkeli mizah” diye bir kavram ortaya atılsa yeridir.

Selim, Turgut, arkadaşları sanki etrafımızda yaşayan insanlarmış gibi ete-kemiğe bürünüyor.

Yaşamın içini doldurmaya çalışırken söyleniyorlar:

“Hayatın başı ve sonu belli; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım…” (sy. 447)

Genel tarihe bakışı alaya aldıktan sona “ciddi” bir karakterin davranışını tarif ediyor:

“Aklını başına toplamak için saçlarını tarar.” (sy. 239)

Şarkılar yazan Selim, dönemin eğitim anlayışına, Atatürk’e bakışına gönderme yapar:

“Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk…” (sy. 119)

Toplumun her kesimini deşeleyen Atay, elbet köşe yazarlarına da dokundurmalıydı:

“… Fıkra köşesine adını bile bulmuş, köşe kapmaca diyecekmiş.” (sy. 487)

Turgut uzun uzun Dickens, Dostoyevski, Ömer Seyfettin, Goethe, Beethoven bilgisi parçaladıktan sonra kendisini tarif ediyor:

“Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada.” (sy. 581)

Bir insanın kendisini tükenmiş hissetmesinin Atay’ca tarifi şöyle:

“Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: Mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.” (sy. 598)

Atay, kahramanlarını “dün” ile “yarın” arasında sert ifadelerle tartıştırıyor:

“Bir gün öncesine korkak bir bezirgânlıkla sarılmadan yaşayabilecek miyiz? Yoksa, yarından korktuğumuz için düne köle gibi bağlanacak mıyız?” (sy. 350)

Selim’in yazdığı şarkılardan bir kesitle noktayı koyalım:

“Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu / Öğle namazında güneş, yakar Allah deyu deyu / Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana / Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.” (sy. 131)

***

Atay, insanı, içinde onlarca oda, yüzlerce dolap, raf, kiler bulunan kocaman bir evi tek tek tarif eder gibi anlatıyor.

Tutunamayanlar’ı okurken ille de bir yere tutunmanız gerekmiyor, zaten o sizi geçmiş, gelecek, bugün arasında bir salıncak gibi yolculayıp duruyor.

Atay, 40’lı yaşlarda yitirdiğimiz edebiyatçılarımız arasında. Yaşasaydı Tutunamayanlar’ın arkasını getirecekti.

Toplum bugün nasıl?

Temmuzun ikinci yarısında Prof. Yılmaz Esmer başkanlığında yapılan “Dünya Değerler Araştırması”nın Türkiye sonuçları şu başlıkla açıklandı:

Türk halkı mutlu.

İnsanlarımızın yüzde 77’si mutluyum demiş.

Ne güzel…

Gazetelerde yer aldığı kadarıyla sonuçların ayrıntılarına baktım.

Yüzde 63, parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayalım, güçlü bir lider ülkeyi yönetsin, demiş.

İnsan haklarına büyük ölçüde saygı gösterildiğine inananların oranı sadece yüzde 15.

İşini kaybetme endişesi içindekilerin oranı yüzde 68.

Çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamama endişesi duyanların oranı yüzde 76.

Kadına şiddet gereklidir diyenlerin oranı yüzde 30.

Ve halkımız mutlu…

Atay gibi toplumun karaciğerine kadar inecek, her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serecek edebiyatçılara gereksinmemiz var.

Oğuz Atay bu yüzden hâlâ güncel.

Kaynak:Cumhuriyet Portal , İlk Kurşun

 

 

 

 

 

Previous Older Entries

ESENİŞ LİSESİ MUHTELİF FOTOLAR

Eseniş havasını hala içlerinde hissedenler.

Posted by Ayhan Gençer on 4 Temmuz 2009 Cumartesi